Türkiye’deki siyasi yapıyı Cumhurbaşkanlığı seçimleri çerçevesinde analiz edecek olursak, bu seçimler CHP ve MHP’nin iddia ettiği gibi rüşvet ve ahlaksızlıkla dürüstlük ve etik değerler arasında yapılan bir tercih miydi? Yoksa çıkarlar uğruna feda edilen tüm değerler ve ilkelere karşı halk inceldiği yerden kopsun diye bir tavır mı ortaya koydu?

CHP başkanının katıldığı bir televizyon programında halkın %25-35 gibi bir kesiminin 17 Aralık ve 25 Aralıktaki gelişmelere rağmen çalıyor ama çalışıyor mantığı ile hareket ettiğini ve bu ahlaki yozlaşmanın geleceğimizi tehdit ettiğini söylemesi ve bundan sonra Türkiye’de bir ahlak reformu yapılmasına ihtiyaç duyduğunu belirtmesini dinledik. Peki, durum gerçekten böyle midir halk bu seçimlerde acaba iradesini nasıl kullanmıştır.

Demokrasi herkes için olunca bir anlam kazanır. Tercihte bulunurken beklentileriniz, çıkarlarınız ve taleplerinizi bireysel bir anlayışla genele dayatarak kabul ettirmeye kalkarsanız ve buna itiraz edenleri hizipçilik, çatlak ses veya ihanetle suçlarsanız bunun adı evrensel manada demokrasi değil şark tipi demokrasi olur. Çünkü hizipçilik, çatlak ses veya ihanet gibi kavramlar ancak demokrasi tecrübesi ve siyasi derinliği olmayan toplumlarda kitleleri yönlendirmek için sıkça kullanılır. Gelişmiş demokrasilerde bunun karşılığı çoğulculuk ve fikir özgürlüğüdür. Ahlak denilen şeyi yolsuzluk ve rüşvete indirgeyince diğer bütün şeyler meşru bir hale dönüşüveriyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan ve bir asırlık siyasi deneyimi olan partinin kendini halka anlatamadığı bir dönemden geçiyoruz. Acaba bu halkın hatası mıdır yoksa bir asırlık değerleri ve ilkeleri olduğunu iddia eden ama bunu benimseyen bir adayı halkın karşısına sunabilecek ve halka rağmen değil halkla barışık politikalar üretebilecek bir örgütlenme modeli ve anlayışı olmayışından mıdır? Halkı cahil ve hakir gören bir anlayışla onları dönüştürmeye kendince “doğru yola” sevk etmeye çalışırsanız siyaset değil toplum mühendisliği yapmış olursunuz. Burada topluma dayatılan “doğru yol” kimin doğru yoludur ve halk neden bunu talep etsin. Zaten inandığı dinin ona sunduğu ve sahibi insanüstü olan bir varlığın çerçevesini çizdiği “doğru yol” a inanıyor. Siz siyaseti reel politik gerçeklerin ötesine taşıyarak bunu da romantik ve ideolojik bir ambalaja koyarak topluma sunarsanız yaptığınız şey ona yeni bir “din” sunmak olur ki toplum bunu reddeder. Zaten onun inandığı bir din varken ve bunun sahibi “insanların yaratıcısı” iken neden insan icadı bir ideolojiyi kabul etsin. CHP artık halka “doğru yolu” göstermek yerine reel politik gerçeklere göre ve halkın ihtiyaç ve taleplerine dönük bir asırlık tecrübesine dayanan ilkelerinin süzgecinden geçmiş çareler üretmelidir.

MHP ye bakalım, en son yapılan ve Koray Aydın’ın aday olduğu kongredeki tablo partinin demokrasi kavramına atfettiği öneminde bir göstergesidir. Asıl tedirgin edici taraf ise muhalif adayı destekleyen il ve ilçe temsilcilerinin seçimden sonra görevlerinden alınmasıdır. Bu sadece MHP tarafından başvurulan bir yöntemde değildir. Ahlak denilen şey hırsızlığa indirgenince diğer bütün şeyler meşru hale dönüşüveriyor. Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne vurgu yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde parti yönetiminin aldığı tavır ise çok ironiktir.

Sivil toplum örgütlerinin yapısı da bundan farklı sayılmaz. Genel üyelerin seçimleriyle oluşan kurulların işleyişi örgüt liderlerinin çizdiği çerçevenin dışına çıkamıyor. Bunun aksi yönde davrananlar ise yine çatlak ses veya ilkelere mi yoksa lidere mi olduğu tam anlaşılamayan bir dille sadakatsizlikle suçlanabiliyor. Örgüt liderleri seçilmiş kurulların demokratik işleyişlerinden memnun olmaz ise bu kurulları bypass ederek çevresinden kendine yakın olanlarla oluşturduğu bir paralel yapı marifetiyle anlayışını sürdürme iradesi göstermeye çalışıyor. Genel meclis ve kurullar onun amacına hizmet etmek için dizayn edilmiş yapılar olarak işlem görüyor. İşin en ironik tarafı ise 9000 iş gününü doldurmadan iktidarından ayrılmayan muktedirlerin dilinde en çok eskittikleri kavramlar; Demokrasi, Hukukun Üstünlüğü, Etik, Çoğulculuk gibi kimi zaman romantik bir anlatımla tekrarlanıyor.

Demokrasi, dürüstlük, ahlak gibi söylemleri o kadar çok işitiyoruz ki artık ne ifade ettiğinden çok neye hizmet ettiği konusu bu kavramların kendisinden daha önemli hale geldi. Politika adamları ve şark kültürünün geleneğinde hayatın doğal akışı içinde insanın günlük ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla içgüdüsel olarak hareket edilir ve bu ihtiyaçlar tatmin edilinceye kadar verilen her türlü mücadele mubah sayılır ve yine şarkta siyaset bu ihtiyaca göre yapılır.

Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi, Politika, Etik ve bu kavramların tanımının yapılmasında başvurulan Felsefe gibi terimlerin bizatihi kendisi bile Grek ve Latince kökenli kelimelerdir ve Batı’nın ürettiği değerler olarak insanlığın önüne konulmuş yüzlerce hatta binlerce yıllık bir birikimin şekillendirdiği medeni yaşamın gereği olan ilkelerdir.

Şark toplumlarında tarihte kavimler göçüyle başlayan geçmişte konar göçer yaşam tarzının devamı olan köyden kente göç macerası halen devam etmekte ve ne köylü nede kentli olamayanların oluşturduğu kasaba kültürü günü kurtarma anlayışını hakim kıldığından bu kavramlar ihtiyacın karşılanması için başvurulan birer araç halini almaktadır. Tıpkı ekmek veya su gibi açlığı hissedildiğinde talep edilir. Göç kültürü aynı zamanda üretmeyen geçtiğin ve geldiğin yerlerdeki değerleri ganimet olarak gören bir yaşam biçimini de doğurur. Batı’nın ürettiği bu ilkeler Şark’ın ganimetidir. Onun için hoyratça kullanılır.

AHMET EROĞLU
SMMM